Başarılı liderlerin en temel yeteneklerinden birisi öngörü ya da sezgi kabiliyetleri. Yani henüz görünmeyeni, bilinmeyeni ya da net olmayanı öngörüp, bir sonraki adımı ve stratejiyi ona göre belirleyebilmeleri. Böylece de karanlığın içinde istedikleri yöne doğru emin adımlar ile yürümeyi başarabilmeleri.
Peki bu nasıl oluyor? Bir sonra neyin muhtemel olduğunu nasıl bilebiliyor bu kişiler? Öngörü ya da sezgi aslında hepimizin sahip olduğu ve daha da geliştirebileceği bir kabiliyet. Ve öyle bir marifet ki. sizin bir adım öne geçmenizi, fark yaratmanızı sağlıyor.
Sezgi gücü öne çıkan liderlere baktığımızda, öncelikle hepsinde müthiş bir hafıza görüyoruz: Temiz, objektif büyük bir bilgi birikimi ve yaşadıkları tüm olayları an be an farkındalık ile yaşamanın birikiminden oluşan bir deneyim kütüphanesi. Ve böylece, tüm bu bütünü sentezleyerek: bir kişinin aylar önce bir sözleşmeyi isteksizce imzalamasını, davranışarından farkedip, ileride bu konuda çok büyük problem çıkartabileceğini sezip, ona göre strateji planlayabiliyorlar. Bir toplantıda yapılan belli belirsiz bir yorumdan, önemli bir sektörde yakın bir gelecekte nasıl bir firsat yakalayabileceklerini öngörebiliyorlar.
Bir düşünsenize süper kahraman gibi ekonomide, teknolojide, sosyolojide, trendlerde ilgilendiğiniz her konuda geleceği görebildiğinizi. Tüm fırsatları, riskleri önceden sezip ona göre aksiyon planı belirlediğinizi. Sizce böyle bir kabiliyete sahip olmak tüm hayatınızı nasıl etkilerdi?
Gerek iş hayatında gerek özel hayatımızda çok güçlü sezgilere sahip olursak, istediğimiz hayatı yaşamak, istediğimiz yöne doğru ilerlemek daha muhtemel olmaz mıydı? Bu nedenle bu aralar sezgi geliştirme, öngörüde bulunma denemeleri yapıyorum. Ve bu süreci işinize yararsa diye sizlerle de paylaşmak istedim.
Aslında hayatın içinde bir çok anda sezgimizi kullanıyoruz. Mesela bir filmin sonunda ne olacağını tahmin etmek, bir toplatıda konuşmanın nereye gideceğini bilmek, bir arkadaşımızın ne söyleyeceğini önceden hissedebilmek gibi günlük rutinlerimizde basit sezgi pratiklerimiz bulunuyor.
Bu süreçlere bakıp, “Ben bunu önceden nasıl bildim?” diye sorduğumda şunları farkediyorum. Birincisi: bu süreçlerde tamamen andayım, ne olup bittiğini çok odaklı bir şekilde takip ediyorum. İlgim hiç dağılmıyor. Objektif olarak olup biteni kaydediyorum hafızama. İkincisi: o süreçle ilgili bir çok deneyim beynimin içinde hızlıca analiz ediliyor. Tıpkı bir bilgisayar gibi. Tüm ilgili dosyalar hızlıca yaşadığım süreçle eşleniyor, karşılaştırılıyor. Sonra o anın tüm bilgisi ve geçmiş deneyimlerim birlikte bana belirli olasılıklar sunuyor ve içlerinden birisi giderek daha da belirip, öne çıkıp: “Birazdan bu olacak” diyor.
Yani şöyle düşünün bir toplantıya giriyorsunuz, içerideki kişiler tanıdığınız iş arkadaşlarınız. Öncelikle ortamda, kişilerin beden dili, mimikleri ve konuşmalarından nasıl bir hava olduğunu analiz ediyorsunuz. Bu kişilerin, o gün konuşulacak toplantı gündemi ile ilgili düşüncelerini, daha önce bu konuda neler yaşandığını da biliyorsunuz. Yine bu kişilerin hayatlarıyla ilgili o dönem ki durumlarını da biliyorsunuz, mutlu, üzgün, yoğun bir dönemden geçiyor gibi. Kişilerin bir birleri arasındaki ilişkileri de biliyorsunuz. Ve konuşma ilerledikçe tamamen odaklı bir şekilde tüm süreci objektif olarak izliyorsunuz. Söylenenlerin, davranış ve tutumların bu kişiler üzerinde yaptığı reaksiyonları da gözlüyorsunuz ve tüm bu deneyimlerin bütünü size bir analiz çıkartıyor ve “Birazdan X toplatıyı terkedip gidecek.” diye bir öngörüde bulunabiliyorsunuz. Bu kısa süreli bir sezgi, belki on dakika sonrayı görüyorsunuz ama yinede basit bir sezgi tecrübesi aslında.
Ya da bir taksiye biniyorsunuz. Kullanan genç bir insan. Sürekli cep telefonuna bakıyor. Çok hızlı araba kullanıyor ve fren mesafesi çok dar. Arabanın fren yaptığında, frenlerinin biraz geç tuttuğunu farkediyorsunuz. Ve biliyorsunuz ki ileride kırmızı ışık var ve ağaçların arkasında kaldığı için görülmüyor, çünkü siz de daha önce o yolda ışıkları görmekte zorlanmışsınız. Taksi o rotanın taksicisi olmadığı için muhtemelen ışıkları bilmiyordur diyorsunuz içinizden. Ve bu hızla ışıklara yaklaşırsa kaza yapabilir diyorsunuz ve gerçekten ışıkları görmeyip, duran bir araca arkasından çarpıyor. Hepimiz bu tarz tecrübelere sahibiz sonuçta.
Peki bu öngörüleri çok daha önceden yapmaya çalışsak. Mesela odaklı bir şekilde düşünüp, toplantıya girmeden önce “Bugün bu toplantıda neler olabilir?” diye hayal etmeye çalışsak. Tüm bilgi ve deneyimlerimizi de dahil ederek bir sentez süreci başlatsak. Toplantı sürecini gözümüzde canlandırıp, muhtemel olasılıkları öngörsek. Ve oluşan gerçek sonucuda yine deneyim olarak alıp, daha iyi öngörü yapmak için neye ihtiyacımız olduğunu keşfederek, bir sonraki denemelerimizi buna göre revize etsek. Ve bu tarz öngörü çalışmalarını, ilgilendiğimiz konular ile ilgili bol bol pratik etsek, muhtemelen bir süre sonra belirli konularda öngörümüz gelişecek ve güçlenecektir.
Görüldüğü gibi hem çok kolay hem çok zor bir kabiliyetimiz öngörü. Çünkü burada en önemli konu: zihin olarak o an orada olmak. Zihninizi tamamen o an orada olan deneyime, objektif bir kameradan bakarak odaklayabilmek. Tüm hayatımzı zihnimizdeki sesleri susturarak ve anda olarak yaşasak, etrafımızda olup biteni objektif bir kamera ile izleyip farkedebilsek, tüm bu bilgi bize bir sonra ki adımda neyin geldiğini zaten otomatik olarak verebilecektir.
Ama günlük hayatta biz ne yapıyoruz, bir kere anda değiliz. Karşımızdaki kişi konuşurken, bizim içimizdeki bir yorumcu da sürekli ilgili ilgisiz içeride konuşuyor. Böylece olup biteni kaçırıyoruz. Sonra objektif olma meselesi var: olanı olduğu gibi değil, olmasını istediğimiz gibi görüyoruz. “Aslında öyle değil, o öyle olmamıştır” gibi yorumlar ile bağıra bağıra görüneni, görünmez hale getiriyoruz. İnsan gerçek anlamda yaşamadığı bir sürecin ya da hiç farketmediği bir konunun sezgisine de sahip olamaz. Aslında çoğu zaman olduğumuz anda değil kafamızın içinde yaşıyoruz. Sonuçta, sezgi deneyim ve bilgi ile beslenen bir kabiliyet. Ve yaşadığımız anda olmayarak zaten o anın deneyimine de sezgisine de sahip olamıyoruz.
Gerek bireysel olarak gerek ise iş hayatında aslında her birimiz belirsizliği yönetmeye çalışıyoruz. Ve bu süreçte bizi en çok destekleyecek yetkinliklerimizden birisinin öngörü olduğunu söyleyebilirim. Belirsiz gri alanı önceden ne kadar netleştirebilirsek, mevcut süreçlerimizi de o kadar iyi yönetebiliriz. Aslında hiç bir şeyin tesadüf olmadığına inanıyorum, yeterki ne yaşadığımızı farkederek yaşayalım. Bizler tamamen anda olup, etrafımızda ne olup bittiğini gerçekten görebildiğimizde, geleceği öngörebilmek muhtemelen çok daha kolay olacaktır. Sonuçta ne demişler: “Göz odur ki, dağın arkasını göre; Akıl odur ki, başa geleceği bile.”