Eşimle birlikte bu aralar “Under The Dome” dizisini izliyoruz. Dünya’ya uzaydan bir küre iniyor ve kasabanın biri, bu kürenin altında kalıyor. O zamana kadar dünyanın nimetlerinden yararlanan kasaba halkı birden kaynaklar konusunda kıtlığa düşüyor. Yiyecek, su, ilaç ve hatta oksijen giderek tükeniyor. Kasabada içme suyu bir kişinin arazisinde bulunan kuyudan sağlanıyor ve tüm kasaba zamanla bu kişinin otoritesine giriyor. Su çok temel bir ihtiyaç olduğudan, insanlar suya ulaşmak için o güne kadar hiç samimiyetleri olmayan kuyu sahibinin liderliğini kabul ediyorlar. Kuyu sahibi ne derse, kasabalı onu yapmaya başlıyor. Kuyu sahibi her geçen gün daha da güçleniyor, kasabada canı ne isterse yaptırmaya başlıyor. Hatta kasabanın mevcut şerifinin, kamu görevlilerinin kurallarını bile tanımaz oluyor. Kasabalı da aynı şekilde hiçbir kanunu, kuralı tanımayıp, kuyu sahibinin belirlediği yeni kurallara uymaya başlıyor. Adeta yeni bir düzen kuruluyor.
Bir gün, bir grup insan bu adaletsizliği ortadan kaldırmak ve suyu tüm kasabaya dağıtmak için kuyuyu ortadan kaldırıyor. Su tüm kasabaya ulaşır hale geliyor. Haliyle o zamana kadar kuyu sahibinin sözünden çıkmayan kasaba sakinleri, adamın otoritesinden birer birer çıkıyorlar. Tabi kuyu sahibi şaşırıp kasaba halkına; “Ne oluyor, neden beni dinlemiyorsunuz artık?” diye sorduğunda ona şöyle diyorlar; “Ne zannetin, seni takip ettiğimizi mi? Biz seninle değil, kuyuyla ilgileniyorduk.”
Bu dialog liderlik süreçleri ile ilgili çok beğendiğim bir örnek oldu. İnsanlar kuyunun mu? sizin mi? peşinizdeler. Bunun ayrımını yapmak çok önemli.
Hayatta liderlik yaptığımızı zannettiğimiz süreçleri, sahip olduğumuz parayla, pulla, mevkilerle yani bize gerçekte ait olmayan kaynaklar ile edindiysek; bir gün gelip bir şekilde o kuyunun ortadan kalkacağının hep farkında olmak çok önemli.
Gerçek bir liderlikten söz etmek için fikirlerinizle, vizyonunuzla, düşüncelerinizle, yaptıklarınızla insanlara ilham verebilmek gerekiyor. Takip edilmeye değer bir felsefeyi ortaya koyabilmek; insanlığa, içinde bulunduğunuz bütüne hizmet etmek gerekiyor. Takip edilmeye “değer” bir insan olmak gerekiyor. Kuyunun başını tutarak, olmuyor bu işler.
Aslında bir “hiçken”, bir “değer” olmak gerekiyor.
Bugüne kadar bize ilham veren, kendinden daha çok içinde bulunduğu bütünü düşünen, insanlığa, dünyaya hizmet eden, yaptıklarıyla, kattıklarıyla bir “değer” haline gelmiş tüm liderlerin anısına yazımı,
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ‘nin şu güzel sözü ile bitirmek istiyorum;
“Sen benim bu alemde ünümü duymadın mı hiç ? Ben bir hiçim, hiç.”