Küçük Prens yorgunluktan esneyiverdi.
Kral hemen konuştu;
“Kralın huzurunda esnemek görgü kurallarına aykırıdır. Sana esnemeyi yasaklıyorum.”
“Bunu engellemek elimde değil.” diye yanıt verdi Küçük Prens şaşkınlıkla.
“Uzun bir yolculuk yaptım ve hiç uyumadım.”
“O zaman” dedi kral “Sana esnemeni emrediyorum. Haydi bir daha esne. Bu bir emirdir.”
“Korkarım ki artık esneyemem” dedi Küçük Prens.
“Hımm… “diye düşündü kral.
“O zaman bazen esnemeni bazen de…”
Kral akılcı emirler veriyordu.
“Eğer ben bir generale martı olmasını emredersem ve general bunu gerçekleştirmezse bu generalin değil benim hatam olur. Herkesten, verebileceği neyse onu istemek gerekir. Bir yönetici önce akla dayanmalıdır.”
Antoine De Saint-Exupery’nin muhteşem kitabı Küçük Prens hayatımın her döneminde bana başka bir şey anlattı. Bu sefer de liderlik eğitimimizi destekleyecek kaynakları tararken, rafların arasından karşıma çıkarak, şaşırttı beni.
Ne kadar doğru bir tespit insanlardan bekleyebileceğimiz şeyleri istemek.
Tabi bunun için insanları tanımak, anlamak gerekiyor.
Babam bir elektronik mühendisi ve bir gün Ar-Ge projesi için tasarım yaparken bana şöyle demişti; Ben, elektronik malzemeleri insanlar gibi düşünürüm, karakterlerini çok iyi bilirim. Hepsinden ne bekleyeceğimi ve ne beklemeyeceğimi çok iyi öngörebilirim ve tüm tasarımlarımı buna göre yaparım. Bu nedenle, yıllardır geliştirdiğim projelerde hiç hayal kırıklığı yaşamadım. Sen de hayatını bu felsefeyle tasarla…
Bu iki örneğe baktığımda temelde aynı değeri görüyorum; Empati.
Empati, yani karşı taraftaki insanın penceresinden hayatı algılamak ve beklentimizi ona göre oluşturmak.
Empati, liderlik süreçlerinin en temel değerlerinden biri. Karşı taraftaki insanı gerçekten anlamamızı sağlayan, bir an için onun yerinde olabilme kabiliyetimiz. Karşımızdaki kişinin algısı, deneyimi, yaşanmışlığı ile hayatı görebilme becerisi.
“Bunu nasıl düşünemezsin? Nasıl böyle yaptın? Nasıl anlamazsın?” gibi onlarca sorunun da anlamsızlaştığı bir boyut aslında.
Empati sahibi olmak için neye ihtiyaç var peki?
Kendimizle değil içinde olduğumuz bütünle ilgili olmaya elbette ki.
İnsan ancak kendinden kafayı kaldırdığında ve etrafını görmeye başladığında empati kazanır. Bir düşünsenize; hayatı henüz “Ben” kamerasında izleyen bir insan, nasıl olurda bir başkasının ne yaşadığını gerçekten düşünüp, merak eder?
Peki insan kendinden başka birinin, gerçekten ne yaşadığını nasıl düşünür hale gelir?
Richard Barrett’in “Yeni Liderlik Paradigması” kitabında anlatılan, temelini Abraham Maslow’ dan alan “Yoksunluk” ihtiyaçlarını karşılayarak. Yani;
Karnını doyurup, barınma ihtiyacını karşılayınca. Koşulsuz, kıyassız sevilme, kabul edilme ihtiyacını karşılayınca. Öz saygı, öz değer ihtiyaçlarını karşılayınca.
Ben kimim diye sormak yerine, ben kim olmak istiyorum? diye sorunca. Kendi tanımını kendi yapınca. İnsan “Kendini var edince.”, kendinden başkasını düşünme yetisini kazanabilir.
İşte bu noktadan sonra geliyor empati
Ünlü Hintli matematikçi Ramanujan biyografisinde,
“Gerçek hayatıma, kendimi icat ederek başladım.” diyor.
İnsanın kendini icat etmesi gerekiyor ki gerçek anlamda bir empatiyi ortaya koyabilsin.
Burada çok ciddi bir kişisel gelişimden bahsediyoruz. Yoksunluk ihtiyaçlarını karşılamayı başarmış, kendiyle yenişmiş bir insandan bahsediyoruz aslında. Ancak bu noktadan sonra gerçek anlamda şefkat, tevazu ve empati başlıyor.
Belki de bu yüzden liderlik çok uzun soluklu bir yolculuk.
Bir düşünsenize;
İnsanın kendini icat etmesi, ne kadar sürer?