Sorumlu Olmanı İstiyorum Ama İnisiyatif Almanı İstemiyorum

Sailing crew on sailboat on regatta. [url=http://www.istockphoto.com/file_search.php?action=file&lightboxID=4766115][img]http://santoriniphoto.com/Template-Sailing.jpg[/img][/url]

[spa

Bir işin inisiyatifini almadan, sorumluluğunu almak mümkün mü? İnisiyatif nedir? Bir konuda karar alabilme yetkinliğidir. Peki inisiyatifine sahip olmadığımız bir konunun, yani karar verme sürecine dahil olmadığımız bir konunun, sorumluluğunu gerçekten alabilir miyiz?

“Yaptığı işin sorumluluğunu almalı herkes!” Bu cümleyi ve türevlerini pek çok kez duymuşuzdur. Peki yaptığı işin inisiyatifini almalı mı herkes?  Yani yaptığı işle ilgili karar alma süreçlerine dahil olmak, fikrinin sorulması ve geri bildirim vermek hakkına da  sahip olmalı mı?

Bazı kurumlarda böyle bir ikilem yaşanıyor. İşin sorumluluğunu al, ama inisiyatfini alma. Peki bu gerçekçi bir beklenti mi? Yani şimdi birisi bana diyecek ki sen benim kararımı uygula ama kararımdan kaynaklı bir problem olur ise sorumluluğu sende tamam mı?

Bir insan almadığı, anlamadığı, oluşumuna hiç bir katkı sunmadığı belki de içine sinmeyen bir kararı nasıl tam da beklenilen gibi uygulayabilir? Hadi uyguladı bir şekilde, olası sonuçların sorumluluğunu nasıl alabilir?

Alamaz, almakta istemez. Kim ister ki? Sonra başlar bilgi saklamalar, hata örtbas etmeler.

Gerçekten bir şirketteki herkesin, kendi süreciyle ilgili ve şirketin bütünüyle ilgili konularda sorumluluk almasını istiyor isek mutlaka herkesin insiyatif alma, şirketin ortak resmine katkıda bulunma, fikirlerini sürecin içine dahil etme yetkinliğini kullanmasına da alan açmalıyız.

Şöyle bir düşünsenize, bir şirketteki herkes kendi sürecini sahiplenmiş, tutkuyla, adanmışlıkla çalışıyor, kararlar alırken artısını eksisini iyice düşünüyor, attığı adımların arkasında duruyor. Peki böyle bir ortam bir şirkette nasıl sağlanır? Sağlanabir mi ?

Böyle bir ortam ancak: İnsanların fikirlerini söylemelerini sağlayarak, onları karar alma süreçlerinin içine dahil ederek, insiyatif almaları için alan açıp, cesaretlendirerek sağlanabilir.  Sonuçta insanlar yapımında emekleri geçen şeylerin sorumluluğunu alırlar. Kendi düşüncelerini, kendi fikirlerini içinde gördükleri süreçleri sahiplenirler.

Şirketlerde kişilerin “İnisiyatif alması” ile ilgili en büyük endişe “Ya yanlış yaparsa!” korkusu. Burada izlenecek iki yöntem var. Birinci yol  bu korku ile yaşayıp şirketlerdeki tüm süreçlerle ilgili kararları bir grup insanın alması ve olası sorunları ve hataları da tamamen  kendilerinin üstlenmeleri. Çünkü sürece dahil olmayan diğer insanlardan aksini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Pratikte yaşanan durum da budur.

Böyle bir uygulamanın sonucunda ise şirket, içinde yüzlerce kişinin çalıştığı ama gerçekte bir kaç kişiden oluşan bir yapı haline gelir. Çünkü kurumda fikirleri duyulmayan, insiyatif alamayan insanlar bir süre sonra silikleşip, yok olurlar. Motivasyonlarını, iş yapma heveslerini kaybederler. Kendilerine olan inançları azalmaya başlar ve bir süre sonra enerjisi bitmiş bir pil gibi süreçlerini besleyemez hale gelirler. Ve böyle bir durumda, bırakın sorumluluk almayı, hata yaparım korkusundan yapabilecekleri işleri bile yaparken çekinceler, şüpheler yaşamaya başlarlar.

Düşünsenize her gün en az dokuz saat boyunca bir iş yapıyorsunuz ve hiç fikriniz sorulmuyor, kararlara dahil edilmiyorsunuz, gördüğünüz şeyleri söyleyemiyorsunuz ya da sizi zaten dinleyen, ciddiye alan birileri de yok. Bir süre sonra işinizle ilgili ne düşünmeye başlarsınız? Sonra üstüne bir de problem oluşuyor ve sorumluluk almanız isteniyor, ne hissederdiniz?

Aslında tüm yukarıda anlattıklarıma bakıldığında, ben bu durumu bir macera oyununa benzetiyorum: Onlarca kişiden oluşan ekibiniz ile birlikte oynadığınız ve oynamanız gereken bir oyun. Amacınız geminizle Dünya’yı keşfedip, ürününüzü, hizmetinizi müşterileriniz ile buluşturmak ve bunu koşullar ne olursa olsun  sağlıklı ve uzun süre sürdürebilmek.  Ve öyle bir atmosfer var ki oyunda:  bir tarafta sürekli bilgi, hız, teknoloji, ekonomi, yani akılınıza gelebilecek her şey inanılmaz bir süratle değişirken;  Diğer tarafta da yeni oyuncular hızla gemilerini suya indirip, yola çıkıyorlar.

Geminin içinde ise durum şöyle: mürettebatın geminin nereye gittiğinden, ne yapacağından, neden gittiğinden haberi yok. Herkes sadece kendisine verilen işi biliyor ama aralarında nasıl bir bağ var, birbirlerine olan etkileri nasıl konusunda pek fikirleri yok. Bir fırtına çıktığında ya da bir kaya gördüklerinde nasıl bir karar vermeleri gerektiğini bilmiyorlar. Kaptanı beklemek durumundalar. Mesela, yolda meyvelerle dolu bir adanın yanından geçiyorlar;  Ama, bu konuda bir bilgi verilmediği için sadece izlemekle yetiniyorlar. Karşıdan bir fırtınanın yaklaştığını görüyorlar; Ama, ne yapacakları ile ilgili henüz bir karar bildirilmediği için ellerindeki işi yapmaya devam ediyorlar. Kaptan ise gemideki yapılacak yemekten, keşif edilecek adalara kadar her konuda onlarca kararı tek başına almaya çalışyor.  Ve böylece okyanusta bazen güneşli bir günde bazen de fırtına da seyrediyorlar. Sonunda, gidip karaya oturuyorlar ve herkes başlarına gelenle ilgili bir sorumlu aramaya başlıyor. Sizce bu macera oyununda gemimiz kaçıncı seviyeye kadar ilerler?

Ya da yukarıda bahsedilen birinci yolun aksine, ikinci bir yol daha var: O da herkesi şirkketin misyonuna, vizyonuna ortak edip; Ortak değerler, ortak resim odağında inisiyatif alabilme, kararlara dahil olabilme, fikir ve düşüncelerini süreçlere katabilme yetkinliğine alan açmaktır. Ve sağlıklı bir organizasyonda olması gereken budur. Doğru olan, sorumluluk beklerken yanında inisiyatif kullandırmayı da kurum kültürünün içine dahil edebilmektir. İşin özü: Sorumluluk beklerken yanında inisiyatif vermeyi de unutmayalım…

cer height=”20px”]

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir